Filozof İmparatorun Hikayesi Marcus Aurelius
Yaklaşık 2400 yıl önce, ünlü Yunan filozof Platon, ya filozofların kral ya da kralların filozof olması gerektiğini söylemişti. Bu söz, "güçlüler akıllı olmalı ya da akıllılar güçlü olmalı" şeklinde de yorumlanabilir. Platon’un ortaya attığı "filozof kral" fikri, onun felsefesinde düzeni sağlayacak olan yöneticiyi ifade ediyordu. Ancak tarih boyunca, bu tanıma uyan çok az insan, toplulukları yönetme şansına sahip oldu. İşte bu insanlardan biri, Roma İmparatoru Marcus Aurelius'tu. Peki, kimdi Marcus Aurelius ve onu diğer liderlerden ayıran özellikler nelerdi?
Öncelikle Marcus Aurelius'un hayatına kısaca göz atalım. Daha çocukken, mütevazı bir hayat yaşamak isteyen Marcus, gösterişten uzak durmaya çalışıyordu. Ancak kaderin bir cilvesi olarak kendini, dünyanın en büyük imparatorluğunun varisi olarak buldu. İmparator Hadrian öldüğünde, Marcus’un evlat edinildiği Antoninus, Roma İmparatoru oldu ve Marcus'u da varisi olarak belirledi. Bu dönemde Marcus, imparatorluk sarayında yaşamak istemese de, zorunluluklar nedeniyle saraya taşındı. Ona göre, insanın nerede yaşadığının bir önemi yoktu; önemli olan, doğru bir hayat yaşamaktı. Saray hayatının şatafatından rahatsız olan Marcus, bu ortamda bile ruhunu ve zihnini temiz tutmaya çalıştı. Ancak, bu her zaman kolay olmadı.
Marcus’un hayatında önemli bir yer tutan felsefe, onun kişiliğini şekillendiren en önemli unsurlardan biriydi. Hocası Fronto ve ünlü filozof Quintus Rusticus aracılığıyla Stoacı felsefeyle tanıştı. Stoacılığın temel öğretilerine göre, insan ruhu bilgelik yolunda ilerlemeli, bedensel istekler ve aşırı arzular kontrol altına alınmalıydı. Stoacılara göre, hayatın amacı aklın ve mantığın yolunu takip etmek, abartılı yaşam tarzından ve zararlı davranışlardan uzak durmaktı. Bu düşünceler, Marcus’un hayat görüşüyle de uyum içindeydi. Ancak, bu felsefeyi günlük hayatta uygulamak her zaman kolay değildi. Özellikle, üç küçük çocuğunu art arda kaybettiği dönemde, stoacı ilkelerle acısını bastırmaya çalıştı ve Roma için görevlerini yapmaya devam etti.
161 yılında, Lucius ile birlikte Roma’nın ortak imparatoru oldu. İmparator olmak, Marcus için iki farklı yüzü olan bir görevdi: Bir tarafta lüks ve şatafatlı hayat, diğer tarafta ise görev bilinci ve halkına hizmet etme sorumluluğu vardı. Marcus, imparator olmanın getirdiği maddi zenginliklere ve bedensel arzulara değer vermiyor, ruhsal saflık ve zihinsel temizlik peşinde koşuyordu. Ona göre, bir arının görevi bal yapmaksa, kendisinin de görevi Roma’yı barışa ve refaha ulaştırmaktı.
Ancak Marcus'un iradesi, yönetiminin ilk günlerinde üst üste başlayan savaşlarla da sınandı. Doğuda Partlar, kuzeyde ise Germen kabileleri Roma topraklarına saldırıyordu. Marcus, Roma’yı korumak için savaş alanlarına bizzat katıldı. Bu zorlu seferler sırasında, onu sadece bir imparator olarak değil, aynı zamanda bir filozof olarak tarihe geçiren en ünlü eserini kaleme aldı: "Kendime Düşünceler". Bu eserinde, Stoacı felsefenin temellerinden bahsederken, bir imparator olarak ruhsal ve zihinsel temizliğini korumanın zorluklarını da anlatıyordu.
Marcus Aurelius, 180 yılında, bugünkü Viyana yakınlarında hastalandı ve birkaç gün sonra hayatını kaybetti. Onun ölümüyle birlikte, Roma’nın barış çağı da sona erdi. Yönetimi boyunca yoksulları, köleleri ve yetimleri korumuş, Roma'nın altın çağını yaşatmıştı. Ölümünden sonra Romalı tarihçiler, onun kaybının yasını tuttular ve Roma'nın en parlak döneminin onunla birlikte sona erdiğini anlattılar.
Marcus Aurelius, sadece bir imparator değil, aynı zamanda felsefenin büyük bir savunucusuydu. Hem gücü hem de bilgeliği bir araya getirerek Roma'yı yönetti ve bu yönüyle tarihte nadir rastlanan "filozof kral" unvanını hak etti.
- Tarih
Tepkini Göster
- 2
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Yorumlar
Sende Yorumunu Ekle